Sabahattin Ali, 2 Nisan 1948’de hazin bir şekilde
aramızdan ayrıldı. Onu ölüm yıldönümünde bize bıraktığı kıymetli
satırlarla anmak istedik. Sizler de Kürk Mantolu Madonna’dan
beğendiğiniz kısımları Yorumlar kısmında paylaşabilirsiniz.
Sayfa 34
“İnsanlar birbirini ne kadar iyi anlıyorlardı… Bir de ben bu
halimle kalkıp başka bir insanın kafasının içini tahlil etmek, onun düz
veya karışık ruhunu görmek istiyordum. Dünyanın en basit, en zavallı,
hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş
ve karışık bir ruha maliktir!.. Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor
ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en
kolay şeylerden biri zannediyoruz? Niçin ilk defa gördüğümüz bir
peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçındığımız halde ilk rast
geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatlığıyla öteye
geçiveriyoruz?”
Sayfa 52
“O andaki hislerimi, bilhassa aradan bu kadar seneler geçtikten
sonra, anlatmama imkan yok. Yalnız orada, kürk mantolu bir kadın
portresinin önünde, mıhlanmış gibi durduğumu hatırlıyorum. Resimleri
seyredip geçenler, vücutlarıyla beni sağa sola itiyorlar, fakat ben
olduğum yerden ayrılamıyordum. Bu portrede ne vardı?.. Bunu izah
edemeyeceğimi biliyorum; yalnız, o zamana kadar hiçbir kadında
görmediğim garip, biraz vahşi, biraz mağrur ve çok kuvvetli bir ifade
vardı. Bu çehreyi veya benzerini hiçbir yerde, hiçbir zaman görmediğimi
ilk andan itibaren bilmeme rağmen, onunla aramızda bir tanışıklık varmış
gibi bir hisse kapıldım. Bu soluk yüz, bu siyah kaşlar ve onların
altındaki siyah gözler; bu koyu kumral saçlar ve asıl, masumluk ile
iradeyi, sonsuz bir melal ile kuvvetli bir şahsiyeti birleştiren bu
ifade, bana asla yabancı olamazdı. Ben bu kadını yedi yaşımdan beri
okuduğum kitaplardan, beş yaşımdan beri kurduğum hayal dünyalarından
tanıyordum. Onda Halit Ziya’nın Nihal’inden, Vecihi Bey’in
Mehcure’sinden, Şövalye Büridan’ın sevgilisinden ve tarih kitaplarında
okuduğum Kleopatra’dan, hatta mevlit dinlerken tasavvur ettiğim,
Muhammed’in annesi Amine Hatun’dan birer parça vardı. O benim
hayalimdeki bütün kadınların bir terkibi, bir imtizacıydı.”
Sayfa 83
“O zamana kadar bütün insanlardan esirgediğim alaka, hiç kimseye
karşı tam manasıyla duymadığım sevgi sanki hep birikmiş ve muazzam bir
kütle halinde şimdi bu kadına karşı meydana çıkmıştı.”
Sayfa 84
“Artık Maria Puder, yaşamak için kendisine kayıtsız ve şartsız
muhtaç olduğum bir insandı. Bu his ilk anlarda bana da garip geliyordu.
Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu
birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? Fakat bu hep böyle
değil midir? Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan
sonra keşfetmez miyiz?.. Ben de, o zamana kadarki hayatımın boşluğunu,
gayesizliğini sırf böyle bir insandan mahrum oluşumda bulmaya
başlamıştım. İnsanlardan kaçışım, içimden geçenlerin en küçük bir
parçasını bile etrafıma sezdirmekten çekinişim bana sebepsiz ve manasız
görünürdü. Zaman zaman beni saran hüzünlerin, hayat bıkkınlığının bir
ruhi hastalık alameti olmasından korkardım. Bir kitabı okurken geçen iki
saatin ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu
fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde
kalırdım.
Halbuki şimdi her şey değişmişti. Bu kadının resmini gördüğüm
andan beri geçen birkaç hafta içinde, ömrümün bütün senelerinden daha
çok yaşadığımı hissediyordum. Her günüm, her saatim, uyuduğum zamanlar
bile dopdoluydu. Bana sadece yorgunluk veren uzuvlarımın değil, ruhumun
da yaşamaya başladığını, içimde, haberim olmadan bekleşen üstü örtülü
derin tarafların da birdenbire meydana çıkarak bana fevkalade cazip,
kıymetli manzaralar arz ettiklerini görüyordum. Maria Puder bana bir
ruhum bulunduğunu öğretmişti ve ben de onun, şimdiye kadar rastladığım
insanlar arasında ilk defa olarak, bir ruhu bulunduğunu tespit
ediyordum.”
Sayfa 91 – 92
“Hayatta yalnız kalmanın esas olduğunu hala kabul edemiyor musun?
Bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır. İnsanlar ancak
muayyen bir hadde kadar birbirlerine sokulabilirler, üst tarafını
uydururlar; ve günün birinde hatalarını anlayınca, yeislerinden her şeyi
bırakıp kaçarlar. Halbuki mümkün olanla kanaat etseler,
hayallerindekini hakikat zannetmekten vazgeçseler bu böyle olmaz. Herkes
tabii olanı kabul eder, ortada ne hayal sukutu, ne inkisar kalır…Bu
halimizle hepimiz acınmaya layıkız; ama kendi kendimize acımalıyız.
Başkasına merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğunu zannetmektir ki,
ne kendimizi bu kadar büyük, ne de başkalarını bizden daha zavallı
görmeye hakkımız yoktur…”
Sayfa 95
“Bilhassa tahammül edemediğim bir şey, kadının erkek karşısında
her zaman pasif kalmaya mecbur oluşu… Neden? Niçin daima biz kaçacağız
ve siz kovalayacaksınız?.. Niçin daima biz teslim olacağız ve siz teslim
alacaksınız? Niçin sizin yalvarışlarınızda bile bir tahakküm, bizim
reddedişlerimizde bile bir aciz bulunacak? Çocukluğumdan beri buna daima
isyan ettim, bunu asla kabul edemedim.”
Sayfa 105
“Aşk hiç de sizin söylediğiniz basit sempati veya bazan derin
olabilen sevgi değildir. O büsbütün başka, bizim tahlil edemediğimiz
öyle bir histir ki, nereden geldiğini bilmediğimiz gibi, günün birinde
nereye kaçıp gittiğini de bilemeyiz. Halbuki arkadaşlık devamlıdır ve
anlaşmaya bağlıdır. Nasıl başladığını gösterebilir ve bozulursa bunun
sebeplerini tahlil edebiliriz. Aşka girmeyen şey ise tahlildir. Sonra
düşünün, dünyada hepimizin hoşlandığımız birçok kimseler, mesela benim
hakikaten sevdiğim birçok dostlarım vardır. Şimdi ben bütün bu insanlara
aşık mıyım?”
Sayfa 118-119
“Demek ki insanlar birbirine ancak muayyen bir hadde kadar
yaklaşabiliyorlar ve ondan sonra, daha fazla sokulmak için atılan her
adım daha çok uzaklaştırıyor. Seninle aramızdaki yakınlaşmanın bir
hududu, bir sonu olmamasını ne kadar isterdim. Beni asıl, bu ümidin boşa
çıkması üzüyor…Bundan sonra kendimizi aldatmaya lüzum yok… Artık eskisi
gibi apaçık konuşamayız… Bunları ne diye, neyin uğruna feda ettik?
Hiç!.. Mevcut olmayan bir şeye malik olalım derken mevcut olanları
kaybettik… Her şey bitti mi? Zannetmem. İkimizin de çocuk olmadığımızı
biliyorum. Yalnız bir müddet dinlenmek ve birbirimizden uzak kalmak
lazım. Ta birbirimizi tekrar görmek ihtiyacını şiddetle duyana kadar…”
Sayfa 120
“Hayatımın en dolu, en manalı zannettiğim bir devresi birdenbire
boşalmış, bütün manasını kaybetmişti. En tatlı emellerinin tahakkukunu
gördüğü bir rüyadan acı hakikate uyanan bir insan gibi içim çekiliyordu.
Ona hakikaten dargın değildim; asla kızmıyordum. Sadece müteessirdim.
“Bunun böyle olmaması lazımdı” diyordum.”
Sayfa 121
“Onun bana böyle yapmaya ne hakkı vardı? Senelerden beri,
boşluğunu apaçık görmeden, şöyle böyle bir ömür sürmüş, insanlardan
kaçsam bile, bunu tabiatımın acayipliğine vermiş, sürüklenip gitmiştim,
fakat beni memnun edecek hayat hakkında da bir fikrim yoktu.
Yalnızlığımı hissediyor ve üzülüyordum fakat bundan kurtulmanın mümkün
olabileceğini ummuyordum. Maria, daha doğrusu onun tablosu karşıma
çıktığı vakit, bu haldeydim. O beni birdenbire sessiz ve karanlık
dünyamdan ayırmış, ışığa ve sahiden yaşamaya götürmüştü. Bir ruhum
bulunduğunu ancak o zaman fark etmiştim. Şimdi, geldiği kadar sebepsiz
ve ani, çekilip gidiyordu. Fakat benim için bundan sonra eski uykuya
dönmek imkanı yoktu. Yaşadığım müddetçe türlü türlü yerler gezecek,
dilini bildiğim ve bilmediğim insanlarla tanışacak ve her yerde,
herkeste onu, Maria Puder’i, Kürk Mantolu Madonna’yı arayacaktım. Onu
bulamayacağımı daha şimdiden biliyordum. Fakat aramamak elimde
olmayacaktı. Beni, bütün ömrümce bir meçhulü, mevcut olmayan bir şeyi
aramaya mahkum ediyordu. Bunu yapmamalıydı…”
Sayfa 127
“Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazan hayata
bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş. Gene bu akşam
anladım ki, onu kaybettikten sonra, ben dünyada ancak kof bir ceviz
tanesi gibi yuvarlanıp sürüklenebilirim.”
Sayfa 135
“‘Şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum!’ dedi.
“Bu eksik sana değil, bana ait… Bende inanmak noksanmış… Beni bu kadar
çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için, sana aşık olmadığımı
zannediyormuşum… Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki, insanlar benden inanmak
kabiliyetini almışlar… Ama şimdi inanıyorum… Sen beni inandırdın… Seni
seviyorum… Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum… Seni
istiyorum… İçimde müthiş bir arzu var… Bir iyi olsam!.. Ne zaman iyi
olacağım acaba?..”
Sayfa 146
“Belki bu da kafiydi. Bir insana bir insan herhalde yeterdi.
Fakat o da olmayınca? Her şeyin bir hayal, aldatıcı bir rüya, tam bir
vehim olduğu meydana çıkınca ne yapılabilirdi? Bu sefer inanmak ve ümit
etmek kabiliyetini ben kaybetmiştim. İçimde insanlara karşı öyle bir
itimatsızlık, öyle bir acılık peyda olmuştu ki, bundan zaman zaman
kendim de korkuyordum. Kim olursa olsun, temasa geldiğim herkesi düşman,
hiç değilse muzır bir mahluk telakki ediyordum. Seneler geçtikçe bu his
kuvvetini kaybedeceğine şiddetlendi. İnsanlara karşı duyduğum şüphe,
kin derecesine çıktı. Bana yaklaşmak isteyenlerden kaçtım. Kendime en
yakın bulduğum veya bulacağımı zannettiğim insanlardan en çok
korkuyordum. “O bile böyle yaptıktan sonra!..” diyordum…”
Sayfa 158
“Asıl ‘ben’, otuz beş seneye yaklaşan ömrümde, ancak üç dört ay
kadar yaşamış, sonra, benimle alakası olmayan manasız bir hüviyetin
derinliklerine gömülüp kalmıştım.”
Sayfa 159
“On seneden beri belki boşuna herkesten kaçmışım, insanlara
inanmamakta haksızlık etmişim. Aramış olsaydım, belki senin gibi birini
bulabilirdim. Her şeyi o zaman öğrenmiş olsaydım, belki zamanla alışır,
seni başkalarında bulmaya gayret ederdim. Ama bundan sonra her şey
bitti. Asıl büyük ve affedilmez haksızlığı sana karşı yaptıktan sonra,
hiçbir şeyi düzeltmek istemiyorum. Senin hakkında verdiğim yanlış bir
hükme dayanarak bütün insanları suçlu tuttum; onlardan kaçtım. Bugün
hakikati anlıyorum; fakat nefesimi ebedi bir yalnızlığa mahkum etmeye
mecburum. Hayat ancak bir kere oynanan bir kumardır, ben onu kaybettim.
İkinci defa oynayamam… Artık benim için eskisinden beter bir hayat
başlayacak.”
1 comment:
Merhabalar,
Sabahattin Ali‘nin 1943 yılında yayımladığı ”Kürk Mantolu Madonna” romanı, günümüzde en çok ilgi gören ve en çok satan kitaplar arasında yer alıyor. Roman; aşk, yalnızlık ve yabancılaşma temaları etrafında şekillenmektedir.
Edebiyatımızın en önemli romanları arasında gösterilen ”Kürk Mantolu Madonna” özellikle son yıllarda sosyal medyada çok popüler olmuştu. Pek çok kitapsever, bu romanı okumasa bile mutlaka romandan bir alıntıyı hatırlamaktadır.
Hem gözlem yeteneğine ve güçlü kalemine hem de başarılı ruh tahlillerine hayran olduğum Sabahattin Ali’nin ”Kürk Mantolu Madonna” romanından hafızamda en çok yer edinen alıntıları okumanız için sizinle de paylaşmayı istedim: http://www.ebrubektasoglu.com/yazi/kurk-mantolu-madonnadan-24-muhtesem-alinti/ Umuyorum ilgiyle okursunuz.
Keyifli okumalar dilerim,
edebiyatla ve sağlıkla kalın.
Post a Comment