Ateşin etrafında toplanıp masallar anlatalım…
“Ateş” ne yazık ki gerçek değil ama sanki hep orada…
Şifâhen Masallar’ın kurucusu masal âşığı yazar Beyza Akyüz.
Ayda bir kez İstanbul’un başka bir semtinde masal geceleri düzenliyor.
Geçen hafta Çengelköy Açıkhava Sineması’nı kapattılar mesela… Dileyen
herkes bu gecelere katılarak daha önce hiç görmediği, tanımadığı
insanlara anılarını, deneyimlerini, hikayelerini; bildiği veya yarattığı
masalları anlatıyor. Tıpkı kadim zamanlarda insanların ateşin
çevresinde oturup sabaha kadar sohbet ettiği gecelerdeki gibi… Tıpkı yaz
tatillerinde gençlerin kamp ateşi çevresinde toplanıp hayalet
hikayeleri anlatması gibi… Aralarda da yanlarında getirdikleri
yiyecekleri, içecekleri paylaşıyorlar. Bir sonrakine gideceğime söz
verdim, onu ayrıca anlatırım. Veya belki siz de zaten gelmiş olursunuz.
Şifâhen Masallar’ın Facebook sayfasını
ziyaret ederseniz, bir sonraki gecenin nerede ve ne zaman
gerçekleştirileceğini öğrenebilirsiniz. Ama önce Beyza Akyüz’ün yazısını
okuyun, anlattığı masala kulak verin…
Gülenay Börekçi
“Şimdi size bir hikâye anlatacağım ve hikâyenin sonunda daha önce
bilmediklerinizi biliyor olacaksınız” dedi anlatıcı. Çok iddialı bir
giriş yapmıştı. Bir köşede ilgisizce oturan adam bile yan gözle şöyle
bir baktı.
“Bir zamanlar, sûfilerin yetiştirildiği bir dergâh varmış. Dış
dünyayla hiç bir bağı olmayan tıpkı Yusuf’un kuyusu gibi olan bu
dergâhta, dervişler eğitim görüyormuş. Yıllar yılları kovalarken
dervişler de bilgi ve ahlâkta yol kat etmiş.
Ama esas hikaye başka… Bir gün, dergâhın ulu rehberi bütün
dervişleri başına toplayıp “yıllardır bu kapıdan dışarı adım atmadınız
ama eğitiminizi de tamamladınız. Dışarıya yani dünyaya çıkma vakti
geldi” der. Dervişler başta ürkseler de dünyada karşılaşacakları yeni
insanları ve onlara öğreteceklerini düşününce mutlu olurlar. Fakat
rehber bir not düşer: “8 ay sonra bugün, dönüp dergâha gelin, dünyada
neler gördüklerinizi anlatın.” Sonra dervişleri tek tek uğurlar.
Dervişler dünyanın dört bir yanına dağılır, 8 ay boyunca gezer
dururlar. Ve sonunda yeniden dergâhta bir araya gelirler. Rehber,
“Anlatın bakalım, dünyada neler gördünüz, insanlar nasıl yaşıyor” diye
herkese sırayla sorar.
İlk derviş, “Dünya ben görmeyeli yoldan çıkmış. Ahlaksızlık almış
yürümüş” der. İkinci derviş, “Kıyamet zamanı gelmiş, sapıklık diz boyu”
der. Üçüncü derviş, “Bu dünyanın çivisi çıkmış. Herkes cehennemlik işler
yapıyor” der. Dördüncü, beşinci, altıncı derviş de aynı şekilde
dünyadan şikayet edip durur. Sıra yedinci dervişe gelince rehber, “Anlat
bakalım, sen ne gördün dünyada” diye sorar.
Yedinci derviş, “İyilik de kötülük de vardı dünyada, her şey her
zamanki gibi merkezindeydi” diye cevap verir. Diğer dervişler şaşırır.
Aynı dünyaya mı gittik diye şüphe ederler. Ulu Rehber’e gelince;
“Hepiniz dergâhta kalıp eğitim görmeye devam edeceksiniz, sadece yedinci
derviş yeniden dünyaya dönebilir” diyerek konuşmayı bitirir. Ve o
günden sonra o dervişin adı, Merkez Efendi olur.
Anlatıcı hikâyesini tamamladığında, girişinin hiç de ilk başta düşündükleri gibi iddialı olmadığını düşündü dinleyiciler.
Platon da kendi zamanında dünyanın gidişatından memnun değilmiş.
Öyleyse diye düşünüyor insan, zaman dediğimiz şey tıpkı masallardaki
gibi sadece “bir zamanlar” mı? Bir zamanlar… Geçmişi, geleceği ve
şimdiyi içine alan…
Mitolojik hikâyeleri, masalları, efsaneleri dinlerken belki sadece
ilk başta, bir mesafe koyarız dinlediğimizle aramıza. Ama çok kısa bir
süre sonra, anlatılanın içine çekiliriz. Ve geçmişte, kuyunun
derinliklerinde, yeraltında, tarihin bilinmeyen dönemlerinde yaşandığı
söylenen hikâyede, bir anda kendimizi ve şimdiki zamanı buluruz. Bu hiç
de tesadüf değildir. Masalların zamansız anlatımının sırrı buradadır.
Thomas Mann, “… bizi ta oralara taşıyıp götüren geçmiş zaman
unsuruna tabii biz alışkınız, başka bir şey var, artık vücudumuzun
çekilişiyle içine doğru gittiğimiz, bir zamanlar olmuş bitmiş olan
yaşamın geçmişi, bizim yaşamımızın da bir zamanlar derinden derine ona
ait olduğu, yani ölmüş olan dünya. Ölmek, yani zamanı kaybetmek ve
zamanın dışına çıkmak, ama bunun anlamı sonsuzluğu kazanmak ve her yerde
olmak, işte gerçek hayat bu. Çünkü yaşamın varoluşu yaşanan zamandır ve
sadece mistik bir tarzda sırrını, geçmiş ve gelecek şekillerinde
gösterir” diyor Yusuf ve Kardeşleri kitabında.
Mitolojik kahramanlarla kendimizi özdeşleştirirken yanlış bir şey
yapmıyoruz aslında, kendi ruh soyumuza iniyor, oradan arkadaşlar,
dostlar seçiyoruz.
Masal dinleyen kişinin, zihin kapısı açılıyor, aklın dışına çıkarak
başka bir bakış kazanıyor ve şimdiki zamana hapsolmaktan kurtuluyor.
İşte bu yüzden, anlatıcılık Havva’nın Adem’e kuşlarla ilgili bir hikâye
uydurmasından bu yana var.
Nasıl ve neden olduğunu bilmediğim bir şekilde ben de “masalcı”
olacağım demiştim bir zamanlar. Ama gerçekleşmesi muhtemel birçok şey
gibi, yıllar içinde unutmuştum.
Geçen sene yeniden hatırladım. Ve hikâyeler vasıtasıyla birbirimizi
bir an önce dinlemeye ihtiyacımız olduğunu fark ettim. Şifâhen Masallar
böyle doğdu. Karşılaşma ihtimali olmayan insanların hikâyeler etrafında
toplanması ve ucundan kıyısından tanış olmaları yegâne amaçtı.
1001 gece sürmesini dilediğim Şifâhen Masallar, bize kapısını açan
mekânlarda düzenleniyor. Ben geceyi uzun bir masalla açıyorum, ondan
sonra açık sahneye dinleyicileri davet ediyorum. Anılar, şiirler,
hikâyeler, şarkılar, artık ne varsa eteklerinde ortaya döküyorlar.
Verilen molada şahsen tanışıyoruz sonra tekrar biraz daha kaynaşmış
olarak devam ediyoruz geceye. Direkt iletişim tarzının yoruculuğundan ve
önyargıları kırmakta zorlanmamızdan dolayı hikâyeler dolaylı ve yumuşak
geçişlerle sanki daha uzun bir zamana yayıyor, birbirimiz hakkında
karar verme sürecini.
Şifâhen Masallar anlatmak, dinlemek bana iyi geliyor. Her defasında
şaşırıyorum. Ve tıpkı Merkez Efendi gibi, dünyada değişen bir şeyin
olmadığını, iyiliğin de kötülüğün de yerli yerinde durduğuna şahit
oluyorum. Ve bir sonraki masal gecesine kadar yeryüzünde gülümseyerek ve
gerçek üstü yaşayabiliyorum.
Hadi sen de bir masal gecesine katıl.
Biliyorsun, gelmezsen karşılaşamayız.
Beyza Akyüz
kynk:egoistokur.com
No comments:
Post a Comment